Bu hafta yeni bir
makale ile karşınızdayım.Bu yazımda yine yiyecek-içecek sektörüne değinmek
istiyorum.Bildiğiniz gibi şuan en büyük akımlardan biri yemeğini yabancı
fast-food markalarında yemek.Bu konu hakkındaki ilk yazımda sonra bu konuda ilgili
çeşitli mesajlar aldım.Yabancı markalara karşı çıkan bir kitle oluştu, ve
kendinin çok modern olduğunu zanneden kitle ise bu duyarlı insanlara fakir
diyerek dikkate bile almadılar.Bu durumda kim fakir oluyor, tartışılır fakat
alın teriyle kazanılmış paranın yabancıya gitmesi zenginlik olmuş anlaşılan...
Yanından ne zaman geçersem geçeyim bu fast-food markaları arı
kovanı gibi işliyor.Ondan daha ucuz ve daha sağlıklı olmasına karşın türk
mutfağını sunan lokantalar her gün siftaha oynuyor.Bu küçük yemek alışkanlığı
bile insanımıza çok şey kaybettiyor fakat bizim insanımız sadece anlamak
istediğini anladığı için sürekli birşeyler yakınmaya mahkum hale gelen bir
toplum haline geldik.Fast-food alışkanlığı yanında para harcama hastalığınıda
toplumumuza bulaştırdı.Artık herkes kazancının üstündeki lükse düşkün oldu,
biriktirmek yerine sürekli harcayan fakat biriktirenlere imrenen bir toplum
yapısına büründük.Zaten hayatımızın bir parçası haline gelen kredi kartları bu
durumu iyice körüklerken insanımızda ayak uydurunca sürekli harcayan, mutsuz
bireyler oluştu.Bir taraftan ayın sonunu nasıl getireceğim diye düşünüp, diğer
taraftan “desinler diye” en kaliteli yerlerde
yemek yiyip alışveriş yapmak çok büyük bir tutarsızlıktır.Toplum yapısı olarak
orta düzeyli ailelerin oluşturduğu bir çoğunluk var, buna rağmn herkes çok
parası varmış gibi yaşamaya ve borç altına girmeye devam ediyor.Bu insanların
artık “benim için ne derler?” düşüncesini bırakıp kendini tanıması
gerekiyor.Düzenli ve planlı bir yaşam içinde mutluluk zaten kendiliğinden
gelecektir.
Unutmayın; bizim ve gelecek nesillerin rahat yaşaması için biraz dikkat
yeterli…